Samet İşbilen Yazdı,İslamafobi
Literatürümüzde ‘İslam korkusu’ anlamına gelen Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve dahi kin besleme anlamına gelen İslamafobi cereyan eden olaylara baktığımızda artık AB’nin aşırı sağcıların da değil tüm Avrupa’ya yayıldığın ve islam karşıtlığında sınır tanımaz bir hal aldığını görüyoruz.
Eskiden kimse kimsenin dini yaşamına karışmaz ve bunu siyasetine alet etmez idi. Ecdadımızdan bizlere kalan en büyük miraslardan biri olan saygı kültürü: Başka inanç ve yaşayışlara da saygı duymayı ve hoş görülü olmaktı. Ayrıca kardeşlik hukuku konusunda da dikkat edilmesi gereken hususların başında birbirini sevmek geldiğini belirten Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” sözünü bizlere öğütler ve bunun bilince yaşamamızı söylerdi. Ve bizlerde bu ecdadın torunları olarak bu düsturu tüm İslam, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihimiz de yaşayarak kanıtlamışızdır.
Bizim kültürümüzde “Sağcı” diye adlandırılan kesim muhafazakar olarak bilinir ve bunun bir gereği olarak çok saygılı ve hoşgörülü olurlar. Ancak Batı coğrafyalarında nefret aşırı sağcılara özel bir durum olarak gösterilir. Bu farklılık hem bizim hem de Batı’nın iktidar sahibi olanları tarafından da tüm dünyada ki söylem ve eylemleri ile destekleniyor ve bu gerçekliği ortaya koyuyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), Müslüman karşıtı ırkçılığın son durumuna ilişkin “Avrupa İslamofobi Raporu 2018” adlı çalışmasında;
Belçika’da geçen yıl 70 İslamofobi olayı kaydedilirken, bu vakaların yüzde 74’ünün kadınları hedef alması dikkati çekti.
Avusturya’da 2017’de 309 İslamofobi vakası yaşanırken, bu rakamın geçen yıl yüzde 74 yükselerek 540 olduğu görüldü.
Fransa’da da Müslüman karşıtı ırkçı vakalar, geçen yıl yüzde 54 oranında aratarak 676’ya çıktı. Bu ülkedeki İslamofobi olaylarının yüzde 3’ü fiziksel saldırı, yüzde 84’ü ayrımcılık ve yüzde 13’ü ise nefret söylemi şeklinde kendini gösterdi.
Almanya’da Müslümanlara yönelik geçen yıl 678 saldırı gerçekleştirilirken, 40 defa da bu ülkedeki camiler hedef alındı. Ayrıca ülkedeki bin 775 mülteciye yönelik saldırı kaydedildi. Müslümanların bulunduğu sığınma evleri de 173 defa Müslüman karşıtlarının hedefi oldu.
Norveç’te geçen yıl 151 dini ayrımcılık vakası gözlenirken, bunlardan yüzde 91’inin Müslümanlara yönelik olması dikkati çekti.
Birleşik Krallık‘ta dini güdümlü suçlarda 2011-2018 döneminde yüzde 415 oranında artış olduğunu resmi olarak ortaya koymuştur.
Evet bu rapor tüm gerçekleri göz önüne sererken Avrupa’nın sömürgeci ve baskıcı yönetim inancıyla dolu geçmişlerinin bugün de arkalarına birkaç Arap ülkesini alarak Müslümanlara karşı sürdürmek isteme düşünceleri Macron gibi popülist yöneticilerin kendilerine pay çıkarmaya çalışmaları ve siyasi arenada daha fazla güç elde etme planları tüm Batı coğrafyasında içinde olup ama dışına vuramayan diğer aynı zihniyetteki kişilerin de iştahını kabarttığı kesin.
Her şey bu kadar açıkken ya Avrupa’da yaşayan kardeşlerimiz ve bizlerin anladıkları? Yıllardır Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme çabaları ve AB’nin önümüze koyduğu fasıllar Müslümanlara yönelik ırkçılık ve nefretten başka bir şey değildir. Filmlere konu olmuş bugün “Schindler’s List ve La vita è bella” filmleri Avrupa’nın ırkçılığını anlatan en popüler filmlerdir. Polonya’da Nazi Almanya’sı tarafından en büyük toplama, zorunlu çalışma ve sistematik katliam ve imha kampı Auschwitz-Birkenau kampı insanların gaz odalarına atılarak öldürülen ve cesetlerinin yakıldığı Avrupa’nın göbeğinde Irkçılığın en büyük sembolünü temsil eder. Yakın tarihimize bakacak olursak, Bosna’da Müslüman kardeşlerimizin katledilmesine göz yummaları, Irak ve Suriye göçmenlerinde Müslüman olanların ölümünü beklerken Hristiyan olanların pasaportlarını onaylayıp ülkesine kabul etmeleri Avrupa’nın ırkçılığını bir kez daha gözler önüne sermiş ve maalesef ırkçılık Avrupa’da köklü bir geçmişe sahip.
Dünyada her şey bu denli hızlı bir şekilde gerçekleşirken ya biz Müslümanlar olarak hakkımızı savunabiliyor muyuz? Maalesef İslam dünyasında her şeyini ortaya koyarak bedel ödeyen tek ülke Türkiye’dir. Başkan Erdoğan liderliğinde ki Türkiye İslam dünyasının en gür sesi olduğu için Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Hollanda Parlamento üyesi Wilders gibi aşırı sağcı ve popülist siyasetçilerin nefretini doğuruyor ve Başkan Erdoğan’ın siyasi liderliğine son verdirmek için her yolu deniyorlar. Ve artık bunu ikiyüzlülükle değil alenen açıktan yapıyorlar.
Avrupa Birliği pandemi sürecinde diğer Avrupa ülkeleri ile sınırlarını kapatmış, dünyan da üretim kalbi olan koskoca AB en zor durumda bile temel yardımlaşma görevini yapamayacak duruma düşmüş, İngiltere’de ise Brexit ivme kazanmıştır. AB’nin yapı taşları olarak bilinen Almanya, Fransa ve İngiltere artık iç yıkımını başlatmış ve herkes kendi yoluna gitmeye koyulmuştur.
Ya şimdi?