Site icon Yozgat Ses Haber

Çocuğun Babası Üzerindeki Hakkı

Prof . Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca’nın sohbetlerinden derlediğimiz Gülistandan bir demet köşemizin bu haftaki konusu”Çocuğun Babası Üzerindeki Hakkı”

Peygamber SAS Efendimiz, Ebû Râfi’ RA’ın rivâyet ettiğine göre bir hadis-i
şerifinde buyurmuş ki: RE. 276/6 (Hakku’l-veledi ale’l-vâlidi enyuallimehü’l-kitâbete ve’s-sibâhate ve’r-rimâyete ve en lâ yerzukahû illâ tayyibâ.) Bir hadis-i şerîf bu. Bir hadis-i şerîf daha okuyacağım, arkasında, Ebû Hüreyre RA’dan: RE. 276/7 (Hakku’l-veledi alâ vâlidihî: En yuhsine’smehû, ve
en yuallimehu’l-kitâbete, ve yüzevvicehû izâ edrek.) Birinci hadis-i şerifi, şimdi kelimeleri yavaş yavaş, sindire sindire tahlil etmeye ve anlatmaya başlayayım. Birinci hadis-i şerîfte nasıl buyruluyordu:
(Hakku’l-veledi ale’l-vâlidi) “Çocuğun baba üzerindeki hakkı…”Demek ki, çocuğun da hakkı var babası üzerinde. Yâni biz, terbiyeli bir millet olarak, anne babaya çok saygılı bir millet olarak, dâimâ annenin babanın çocuk üzerinde sonsuz hakları olduğunu, anne baba hakkının hiçbir şekilde ödenemeyeceğini biliriz. Anne ve babalarımıza muazzam sevgimiz, hürmetimiz, bağlılığımız vardır. Başka milletlerde görülmeyen bir evlatlık
edebi vardır. Adam kocaman adam olur, ihtiyarlar gider hattâ;
babasının karşısında ayakta durur, oturmaz. Bazılarını görüyorum… Sigara içmenin aleyhindeyim, sigara içilmesini doğru görmüyorum, çok zararlı buluyorum. İçen kardeşlerime, hemen bugün, hemen bu saatten itibaren
bırakmalarını tavsiye ederim. Ama meselâ sigara içiyorsa bile, babasının karşısında sigara içmez. Babası karşıdan geliyorsa, elinde sigara varsa, avucunun içine saklar, yere atar, ayağıyla üstüne basar. Halkımızın davranışını söylüyorum yâni. Bu kadar böyle içimize sinmiş, köyümüze, kentimize işlemiş bir anne baba saygısı, sevgisi vardır. Başımızın tâcı ederiz, elini öperiz; ne kadar yaşlansak, çok büyük hürmet ederiz.
Tamam, bu hakkı hepimiz biliyoruz ama, Peygamber Efendimiz başka, bunun aksini söylüyor, tersine bir ifade var burada: Çocuğun, evlâdın baba üzerindeki hakkı…

Demek ki, onun da hakkı var. Her insanın, birbiriyle bir arada bulunan
insanların mütekabil, birbirlerinde hakları oluyor demek ki. Anne
babanın çocuk üzerinde hakları var, çocuğun anne baba üzerinde hakkı var…

Kocanın karısı üzerinde hakları var, karısının da kocası üzerinde hakları var… Bunun gibi. Şimdi ne buyurmuş: Çocuğun baba üzerinde hakkı. Baba diyor, vâlide demiyor, baba üzerindeki hakkı. Demek ki daha ziyade ebeveynden, evin reisi olan babanın üzerine düşüyor bu görev. (En
yuallimehu’l-kitâbe) “Çocuğa yazıyı öğretmek.” Kitâbet’i, yâni yazı
yazmayı öğretmek bir. Tabii kitâbet, bir anahtar kelimedir. İnsan yazıyı niçin öğreniyor?.. Yazıyla öteki bilgileri kazanıyor. Bilgiyi öğrenme ve
yazma ve devamlı tutma vasıtası yazı. Unutulmamak için yazılması lâzım bilgilerin. O bakımdan yazı ilmin sembolü oluyor, anahtarı oluyor, aleti oluyor. Demek ki ilim erbabı yetiştirecek. Zaten kenara not düşmüş hattat, üstüne bir not işareti koyup. Diyor ki: “Bir rivayette de burada, (en yuallimehu kitâba’llàh) “Çocuğa Allah’ın kitabını öğretmek babanın vazifesidir.” buyrulmuş. Çocuğun baba üzerindeki hakkı yâni. Çocuk bu hakkını ne zaman arar?.. Çocukken arayamaz, bir şey diyemez babasına karşı; ahirette arar. Ahirette, “Babam bana kitabullahı, Kur’an-ı Kerim’i öğretmedi, anlatmadı, Kur’an-ı Kerim’in içindeki bilgileri bana aktarmadı.” der. Bu çok önemli… Varyant diyoruz biz, rivâyet diyoruz. Hadisin bu kelimesindeki rivâyet farkı beni heyecanlandırdı. Yâni, yazıyı öğretmek ilim
öğretmek demek. Tabii ilmin başında da Kur’an ilmi gelecek ama, bir de kitâbu’llàh, Allah’ın kitabını öğretmek… Bu doğrudan doğruya ana noktayı gösterdiği için çok önemli. Çocuklarımıza neyi öğreteceğiz? Yâni ilmi öğretirsek, dînî ilimleri hiç öğretmezsek; yazıyı öğrendi ama dînî ilimleri
öğrenmedi, Allah’ı bilmedi, İslâm’ı öğrenmedi, yetişti, kocaman oldu… Gusül bilmez, namaz bilmez, hak bilmez, oruç bilmez, zekât bilmez; farz nedir, nafile nedir, haram nedir bilmezse, tabii o yazıyı bilmenin bir kıymeti yok… Yazıyı bilmekten maksad ilim bilmek, ilim bilmekten maksad da Allah’ı bilmek, Allah’ın emirlerini bilmek… Netice itibariyle her iki kelime de, kitâbet kelimesi de, kitâbu’llàh kelimesi de aynı noktaya götürüyor tabii. Baba çocuğuna dinini öğretecek ama, kitâbu’llàh sözü daha açık gösteriyor. Baba çocuğuna Kur’an’ı, Allah’ın kelâmını öretecek.

Kendisi bir alim olmayabilir, kendisi öğretecek durumda olmayabilir. Öğretmek için öyle müesseseye gönderecek, öyle hocaya gönderecek, ne yapıp yapacak, çocuğuna Kur’an-ı Kerim’i öğretecek.


Tabii geçen hafta —ben sonra konuşmayı dinledim— uzaktan, otodan, oto radyosundan konuştuğum için biraz cızırtı olmuştu. Bazı yerlerde de yayın birden kesilmişti. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek de derin bir şey. Hani bir hafız diyor ki:
“—Ben Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okudum, bir harfini bile
düşürmedim.” Hasan-ı Basrî yemin ediyor: “—Vallàhi bir harfi düşürmek ne, bütün Kur’an-ı Kerim’i düşürmüştür!” diyor. Yâni ne demek istiyor?.. Evet, Kur’an-ı Kerim’i paldır küldür hızlı okuması tamam ama; Kur’an-ı Kerim’in ahkâmına uymadığı için, Kur’an-ı Kerim’in emirlerini tutmadığı için, tamamını düşürmüş gibi oluyor. Onu yeminle söylüyor. Yâni, demek ki sadece okumak değil, uygulamak daha önemli oluyor. Çocuğumuza bunu öğreteceğiz. Ben şahsen kendi oğlumu, imam-hatip okuluna kaydettirmiştim. O da demişti ki: “—Baba, ben başka okulda okumak istiyorum!” Ben de ona: “—Evladım ben İlâhiyat Fakültesi’nde profesörüm ama, işimin çokluğu dolayısıyla seni karşıma alıp, oturtup sana bu ilimleri
öğretemem! Bak burada bu imam-hatip okulunda oku… Hadis okuyacaksın, tefsir okuyacaksın, Arapça okuyacaksın, tecvid okuyacaksın, Kur’an-ı Kerim okuyacaksın, ezberleyeceksin… Ondan sonra, istediğin mesleği seç!” dedim.
“—Orta ve liseyi imam-hatipte oku, ondan sonra yine ne yaparsan yap! Sana söz veriyorum, istediğin yere gitmene müsaade edeceğim.” demiştim. Hani anne baba tam öğretemeyebilir ama, öğretecek yeri araması, bulması lâzım!..

Bir de çocuğun tabii çevresi, muhiti önemli oluyor. İsim vermeyeceğim, iki gün önce [Sincan] Sanayici ve İşadamları Derneği başkanı bir kardeşimiz, değerli bir işadamı, fabrikatör söyledi: “—Ben çocuğumu falanca koleje gönderiyorum; çok güzel bir kolej, çok meşhur bir kolej ama, hiç memnun değilim!” dedi. Tabii, çocuğun okulda okuduktan sonra davranışları nasıl
gelişiyor?.. O çocuk ne kafada, ne gönülde, ne zihniyette, ne akılda, fikirde bir çocuk olacak?.. Mühim olan o… Üstüne üniformayı giydiriyorsun, pırıl pırıl çocuğu gönderiyorsun, paraları veriyorsun, okuyor. Çocuk nasıl olacak?.. Mezun olduğu zaman, seneler geçtikçe veyahut arada, evdeki davranışları, sokaktaki davranışları nasıl?.. Çok önemli. “Çok meşhur bir kolej ama, ben hiç memnun değilim!” dedi. Yâni bizim okulun açılışına
gelmişti, bizim okulumuzu methetti de… Evet, biz çocuğun sadece bilgilenmesinin yeterli olmadığını dergilerimizde yazıp, çizip; konuşmalarımızda, vaazlarımızda söyleyip duruyoruz. Yalnız bilgi önemli değil, bilgiyle beraber terbiye önemli… Terbiyeyle beraber iman önemli… İlimle beraber irfan önemli… İnsanın muhtelif yönleri var. İnsanı insan yapan sadece bilgisi değil. İnsan, bilgisi çok bir gangster de olabilir. Gangster olmaması için, faydalı bir insan olması için, bilge bir insan olması için, alim, fâzıl, kâmil bir insan olması için çalışmak lâzım!.. Bu da bir çevreyle oluyor, arkadaş muhiti içinde oluyor. Arkadaş muhiti ters olursa, o da olmuyor. Arkadaşlar birbirlerini sevecek.


Dün yine, bir arkadaşın bizi daveti üzerine bir yere gitmiştik.
Orada onun çocuğunun arkadaşları da gelmişlerdi. Üniversiteye
gidecek çocuklar. Baktım, benim tanıdığım filanca ailenin çocuğu,
falanca ailenin çocuğu… Tamam, memnun oldum. Yâni çocuğun
edindiği arkadaşlar beni memnun etti. Neden?.. İyi ailelerin iyi
çocuklarıyla arkadaş olmuş; tamam. Onun için, bir de çevre önemli… Tamam iyi bir müessese olması önemli, bu müessesenin ilimle beraber irfanı öğretmesi, Kur’an’ı öğretmesi, imanı öğretmesi önemli… Arkadaşlarının da o ideallere gönül vermiş ailelerin çocukları olması önemli… Homojen bir ortam olacak o zaman. Yâni çevreden, çocuklardan bir ters, negatif tesir gelmeyecek. Hocalardan ters, negatif bir tesir
gelmeyecek. Bilgiler mükemmel, alet, edevat mükemmel, tamam.
O zaman çocuk iyi yetişebilir. Çocuğunuza kitâbet’i veyahut kitâbu’llàh’ı, ilmi, irfanı, kısaca imanı öğretin! “Allah’ın sevgili kulu olması için gerekli bilgileri öğretin!” demek bu… Çocuğun anne baba üzerindeki bir hakkı.
Sonra Efendimiz’in sözündeki mükemmelliklerin farkına varmamız lâzım, hayranlık duymamız lâzım! Bakın ne diyor: (Ve’s-sibâhate) “Yüzmeyi de öğretin!” diyor Peygamber Efendimiz, Medine-i Münevvere’de… Medine-i Münevvere bir kara şehridir. Yâni, çölde bir şehirdir. Suudî Arabistan’da, yüzmenin çocuğa öğretilmesini tavsiye etmek çok anlamlı… Efendimiz’in
böyle bir tavsiyede bulunması çok önemli… Hem bu çocuğun hakkı… Yâni babası ona kitâbu’llahı, ilmi, irfanı öğretecek; bir de yüzmeyi öğretecek… Ne kadar önemli!.. Şimdi tabii, yaz tatilinde deniz kenarına gidenler seviniyorlar; “Aman, Hocamız bizi te’yid edecek bir söz söyledi.” diyorlar.
Yüzmeyi sevenler, denizde yüzenler bundan memnun oluyorlar. Tabii, denizde yüzmek, yüzmeyi öğrenmek güzel ama, haramlara Yâni bir şeyi yaparken, yâni tıpkı öğrencinin çevresinin güzel olması gibi, öteki işlerin de güzel olması lâzım!..


Evet, çocuk yüzdüğü zaman bütün uzuvları, bütün organları mütenasib bir şekilde çalışıyor, dengeli bir vücut gelişmesi oluyor;ciğeri gelişiyor, nefesi genişliyor. Çok güzel bir spor. Öğrenecekama, günahla değil… Günahlı bir muhitte değil… Haramabakarak değil… Mayolu değil, açıklı, saçıklı değil… Nefsin,şehvetin, şeytanın dolaştığı bir ortamda değil… Bu çok önemli.
Öyle olursa, o zaman günah olmuş olur. Baba öyle bir yere götürürse, günaha girmiş olur.E ne olacak?.. Şartını hatırlayacak. Yâni biz nasıl, “Çocuklar kahveye gitmesin, kahvede oyun oynamasın, kampanyalar
yapalım, orman tesis edelim, koruluklar yapalım, spor alanları yapalım!.. Çocuklar hem ağaç dikmekte gayret göstersinler, hem de ağaçlar arasında, tertemiz havada güzel sporlar yapacakmuhitleri onlara kazandıralım!” diyoruz. Onun gibi yüzecek yerleri de hazırlamak lâzım, bizim hazırlamamamız lâzım! Çocukların yüzmeyi öğrenmesi lâzım ama, bunu öğrenirken ortamın da İslâmî bir ortam olması lâzım!..
Almanya’da, Avustralya’da, o gibi ülkelerde ben karşılaştım, yüzme bir ders okullarda… Haftanın belli günlerinde çocuklar topluca kapalı yüzme salonlarına gidiyorlar, orada yüzme dersleri alıyorlar. Doğrusu ben kapalı salonlardan korkuyorum ve sevmiyorum. Çünkü bir çok insan yüzme havuzuna geliyor, dalıyor çıkıyor suyun içine… Suyun temizliğini Allah bilir. Ben onu pek sevmiyorum. Biraz böyle temiz hava, açık, deniz kenarı,
tabii ortam; onlar daha hoşuma gidiyor. Tabii kardeşlerimizin, şirketlerimizin böyle şeyleri de ayarlaması lâzım! Yüzmenin güzel
bir tarzda öğretilmesi; tabii bu sıhhat kazandıracak, vücudu
geliştirecek. Sonra üçüncü emir Efendimiz’den: (Ve’r-rimâyete) Rimâyet
dediğimiz şey de, atıcılık demek. Atıcılık tabii atılan şeye göre değişir. Peygamber Efendimiz’in zamanında atılan şey olsa olsa mızraktı ve oktu. Oku yaya koyar, gerer, pazusunun kuvvetiyle atar; kuşu vurur, ceylanı vurur, karşısındaki düşmanı vurur…

Veya mızrağı uzaktan savurur, gidebildiği mesafede hedefe saplanır, vurmuş olur… Tamam. Atıcılık o zaman buydu. Daha sonra atıcılık gelişti. Bir şeylerin atıldığı aletler gelişti. Fatih Sultan Mehmed cennet mekân Hazretleri İstanbul’un fethinde havan topunu icad etmiş. Yukarıdan, havadan döndürüp duvarların üstünden, duvarlardan yüksek yerlerden aşırıp iç tarafı, hedefi bombalamak… Bu da büyük bir buluş. Büyük toplar döktürmüş; şâhî toplar denilen gümbür gümbür patladığı zaman, kendisi patlamıyor topun, gövdesi darmadağın dağılmıyor. Ustalar getirmiş, güzel döktürmüş. Ama surlar parça parça parçalanıyor, çatlıyor, patlıyor, dökülüyor. Fetih öyle müyesser olmuş. Tabii şimdi artık güdümlü füzeler, akıllı füzeler diyorlar…
Hani hedefin fotoğrafı veriliyor, koordinatları veriliyor. Füze ne
yapıp yapıp, mâniaları aşıp, o hedefe gidip vurabiliyor. Amerika tâ
ne kadar uzak mesafeden, Akdeniz’den Bağdat’ta toplantı yapan,
otelde toplanan insanların olduğu yere bombayı atabildi. Tabii bu kadar böyle uzaktan, hedefi o kadar yakın yakalaması bizim için
önemli bir olay…
Saddam da bir füze fırlattı, Telaviv’in bir yerine düştü bu. Yâni
uzak mesafelere ve istenen hedefe bir şeyler atılabiliyor. Bu da
atma, bu da rimâyet… Artık ok atma devri geçti, mızrak devri geçti. Bu füzelere de weapon (vîpın) diyorlar, o da mızrak demek. Avrupalıların
kelimesi öyle. Ama artık şimdi füzeler oldu, mızraklar değişti.
Onları da öğrenmemiz lâzım, onları da yapabilmemiz lâzım!
Ordumuzun onlara da sahip olması lâzım! Milletimizin
savunmasını onlarla yapmak lâzım! Onları da kullanmayı
herkesin öğrenmesi lâzım! Çünkü büyüklerimiz, Peygamber
Efendimiz’den başlıyor görüyorsunuz, bu şekilde çocuğun
yetiştirilmesini istiyor.
Erkek çocuk özellikle, yüzmeyi de öğrenecek, atmayı, nişan
almayı, vurmayı da öğrenecek, silah kullanmayı da öğrenecek.
Bunların hepsi önemli… Hem alim olacak, hem arif ve mü’min
olacak, hem vücutça boylu postlu, yakışıklı, sıhhatli olacak, hem
de silahşör olacak, kahraman olacak, becerikli olacak…
Olmuş mu böyle bir şey, yâni hepsi birden?.. Tabii olmuş.
Meselâ bizim kitabını neşrettiğimiz, çok sevdiğim Abdullah ibnü’lMübarek Hazretleri, zamanının en büyük alimlerinden birincisi
veya ikincisi. İlk birkaç alimin içinde… Yâni koca İslâm alemi,
Atlas Okyanusu’ndan Çin’e kadar uzanan İslâm aleminde bir veya
ikinci derecede yüksek, o kadar büyük bir alim. Aynı zamanda
önüne geleni yenen, mutlaka yenen, bileği kıvrılamaz bir silahşör
ve ata binici ve kılıç kullanıcı bir insan… Aynı zamanda çok büyük
bir àrif, sôfî. Aynı zamanda çok dindar bir insan… Aynı zamanda
ticaretle meşgul olurmuş. Parasını da kimseye yük olmadan kendi
emeğiyle kazanan bir insan… O benim ideal olarak gördüğüm
insanlardan biri. Tam Peygamber SAS Efendimiz’in tavsiye ettiği
gibi kendisini güzel yetiştirmiş.
Demek ki çocuğun —veled, çocuk; vâlid, baba— baba
üstündeki hakkı: Babası ona yazmayı veya Kur’an-ı Kerim’i
öğretecek. Yâni kitâbet’i veya kitâbu’llah’ı öğretecek. Yüzmeyi
öğretecek, atmayı öğretecek ve dördüncü bir husus var.

Dördüncü husus da: (Ve en lâ yerzukahû illâ tayyibâ) “Ona
helâlden başka bir lokma yedirmeyecek.” Helâl lokma yedirecek,
haram yedirmeyecek. Onun boğazına haram lokma sokmayacak.
Sokarsa çocuğun hakkını çiğnemiş olur. Çocuğun hakkı ona helâl
lokma vermesi babasının, helâl kazanç kazanması, çocuğuna onu
getirmesi.
Ahirette o babanın durumunu düşünün. Mahkeme-i kübrâda
Allah ona soracak hayatından, faaliyetlerinden, ibadetleri yapıp
yapmadığından bir hesap verecek. Çocuğu karşısına gelecek,
davacı olacak. Diyecek ki:
“—Yâ Rabbi, babam bana helâl lokma yedirmedi. Haramdan
kazanmış, bana yedirdi. İşte ben onun için perişan oldum.
Davacıyım, babama bunun da hesabını sor.” diyecek.
Ya da çocuğun hesabı görülürken:
“—Niye sen haram lokma yedin bakalım, niye sen şunu yaptın,
bunu yaptın…” diye.
“—Babam bana helâl lokma yedirecekti, kabahat onun.”
diyecek.
Babası hakkını vermemiş bir insan durumuna düşüyor
evladının. Çocuğa helâl lokma yedirmek çok önemli…
O halde hepimizin temiz bir kazancının olması lâzım! Temiz
bir kazançla, tertemiz, alın teriyle, insan hakkı, kul hakkı
yemeden, haksızlık, hırsızlık, gadir, zulüm yapmadan, tertemiz
para kazanıp çocuğumuza onu yedirmemiz lâzım! Onu
yedirmediğimiz zaman çocuğa hakkını vermemiş oluyor bir baba
ve çocuğun hakkını çiğnemiş oluyor, çocuk ondan davacı olacak.
Ne kadar önemli… Onun için ey babalar, ey aile reisleri, ey aileyi idare eden
kardeşlerim, sevgili dinleyiciler! Bakın İslâm nasıl, aman kazancınızın helâl olmasına, tertemiz olmasına çok dikkat edin!..
Çok çalışın, temiz, helâlinden kazanın, helâl yeyin, helâl yedirin
çoluk çocuklarınıza!.. Helâlin fazlalıklarıyla da hayır yapın!.

Kaynak : Hazineden Pırıltılar / Prof.Dr. Mahmud Esad Coşan ,Dr. Metin Erkaya


Exit mobile version