Prof. Dr. Mahmud esad Coşan Hoca’nın sohbetlerinden derlediğimiz Gülistandan Bir demet yazı dizimizin bu haftaki konusu ” Gaziye yardım etmenin karşılığı”
Gàziye Yardım Etmenin Karşılığı Mühim kaynakların çoğunda bulunan, Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Hibban, Hàkim’in Müstedrek’inde, Beyhakî’de ve diğer kaynaklarda, Hazret-i Ömer RA’dan rivayet edilmiş bir hadis-i şerifle sohbetime başlamak istiyorum
RE. 406/1 (Men ezalle re’se gàzin, ezallehu’llàhu azze ve celle yevme’l-kıyâmeh; ve men cehheze gàziyen fî sebîli’llâh, hattâ yestakılle bi-cihâzihî, kâne lehû misle ecrihî hattâ yemûte ev yercia; ve men benâ mesciden yüzkeru fîhi’smu’llàh, bena’llàhu lehû beyten fi’l-cenneh.)
Efendimiz’in bu mübarek hadis-i şerifindeki bilgiler şöyle: (Men ezalle re’se gàzin) “Kim, bir gàzinin başını gölgelendirirse, (ezallehu’llàhu azze ve celle yevme’l-kıyâmeh) Allah-u Teàlâ da kıyamet gününde bu gàzinin başını gölgelendiren kimseyi gölgelendirir.” Şimdi tabii, bir gàzinin başını gölgelendirmek nasıl olur?.. Başı açık savaşa gitse, belki ok isabet eder, kılıç çarpar, mızrak gelebilir. O zaman gazinin başının gölgelenmesi, miğfer dediğimiz demirden bir başlık giyiliyor, o zaman korunmuş oluyor. Gözünü koruyor, yüzünü koruyor, boynunu koruyor. Belki böyle bir şekilde olabilir. Yahut da, seyahate gittiği sırada, güneşin altında yürürken gölgelenebileceği bir şey, bir imkân olabilir. “Kim böyle bir gàzinin başını gölgelendirirse… Yâni, başına miğfer alırsa gibi olabilir, veya bir başka şekilde güneşte kalmamasını sağlayacak bir imkânı ona sağlarsa; aziz ve celîl olan, çok izzetli ve çok celâlli olan, izzet ve celâl sahibi Allah-u Teàlâ Hazretleri de onu kıyamet gününde gölgelendirir.”
Biliyorsunuz kıyamet gününde, mahşer yerinde insanlar toplandıkları zaman, güneşin başlarına yaklaştırılacağı bildiriliyor hadis-i şeriflerde. O sıcaklıktan beyinlerinin kaynayacağı bildiriliyor. Terlerinin toprağın içine, yetmiş arşın aşağıya işleyeceği beyan ediliyor hadis-i şeriflerde. Ter kimisinin dizine gelecek, kimisinin beline, kimisinin çenesine, kulağı hizasına gelecek diye bildiriliyor. İşte o günde, başının gölgelenmesi önemli… Başka hadis-i şeriflerden de biliyoruz ki, o gün sadakalar, zekâtlar, onu veren kimselerin başına gölge olacak. Yâni onlar bu sıkıntıya uğramayacak. Demek ki, bir kimse bir gàzinin başını gölgelendirirse; o şiddetli, azablı, tahammül edilemez, zor günde Allah-u Teàlâ Hazretleri de onu gölgelendirecek.
Şimdi bu gölgelendirme sadaka verenin, zekât verenin, sadaka-sının, zekâtının gölgelendirmesi gibi olabilir. Bir de bazı kulları Cenâb-ı Hak Teàlâ, Arş-ı A’lâsının gölgesinde gölgelendirecek. Arş’ın gölgesinde gölgelenmek, nurdan minberlere oturmak, o tabii çok kıymetli bir şey… Onlar mahşer halkından da yüksekte olacaklar. Dünyadaki insanların gökteki yıldızları seyrettiği gibi, mahşer halkı onları yukarıya doğru bakıp öyle seyredecekler. O da olabilir. Yâni, Arş-ı A’lâsının gölgesinde de gölgelendirecek olabilir.
“Kim bir gazinin başını gölgelendirirse, Allah da onu kıyamet gününde gölgelendirir.”
Gölgelendirme artık nasıl olacak, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bildiği bir şey ama, güzel bir mükâfât olacağı muhakkak. (Ve men cehheze gàziyen fî sebîli’llâh) “Kim bir gaziyi, Allah yolunda gaza eden bir kimseyi Allah rızası için, fî sebîlillâh teçhizatlandırırsa… (Hattâ yestakılle bi-cihâzihî) Bu teçhizatı ile tam tertip teçhizatlı bir kimse olursa; veyahut da bu teçhizatlandırmasını sadece o kişi bütün hepsini kendi üstüne alırsa; yâni yarısını, bir kısmını dörtte birini filân değil de tamamını üzerine alırsa; (kâne lehû misle ecrihî) o gàzinin sevabının bir misli bu techizatlandıran kimseye de verilir.” Tabii, gàzi tepeye çıktıkça, vadiye indikçe, yürüdükçe, yoruldukça hep ecir alıyor, sevap alıyor. Ama onu techizatlandıran da, olduğu yerden o ecrin mislini alır.
Yâni o ecir aynen ona verilir, esirgenmez, bölünmez, ama onu teçhizatlandırana da Cenâb-ı Hak o ecri verir. (hattâ yemûte ev yercia) Allah yolunda gazâya çıkmış olan kimse ölünceye, veyahut da beldesine, ailesine dönünceye kadar, teçhizatlandıran kimseye o gàzinin ecrinin bir misli, aynısı, kopyası verilir.” Demek ki, gazâya gitmek çok sevap, çok muazzam bir sevaplı, kıymetli iş. Ama onu techizatlandıran da aynı sevabı alıyor. Çünkü bazısı ihtiyar olur, bazısı hasta olur, bazısı zayıf olur…
Bazısı ailevî bağlantılar, sorumluluklar dolayısıyla cihada gidemeyebilir ama, işte bir gàziyi teçhizatlandırdığı zaman, dönünceye kadar veya ölünceye kadar onun sevabı kadar sevabı alır durur. Ve bildiğimiz bir hadis-i şerif olarak, başka zamanlar da duyduğumuz bir konu da bu sözlerin arkasına ilâve buyrulmuş Rasûlüllah SAS Efendimiz tarafından: (Ve men benâ mesciden yüzkeru fîhi’smu’llàhi) “Kim içinde Allah’ın isminin anıldığı, namazın kılındığı, Kur’an’ın okunduğu, zikrin yapıldığı bir mescidi kim binâ ederse; (bena’llàhu lehû beyten fi’l-cenneh.) Allah da ona cennette bir ev bina eder
Tabii, cennetin evleri de böyle muazzam köşkler, saraylar şeklinde olur. Yetmiş bin odası olur Her odası dayalı, döşeli olur. Demek ki elimizden geldiği kadar Allah’ın emirlerini tutmağa çalışmalıyız. Allah’ın en mühim emirlerinden birisi de, İslâm aleminin, İslâm’ın, müslümanların, ülkelerin korunması için savunma veya savaşmadır, gazâdır. Böyle vazifelerden de kaçmamak lâzım! Ama bunu yapamıyorsa, bu vazifeyi yapan kimseleri de olanca gücüyle desteklemesi gerekir bir müslümanın… O zaman sevabı aynen alıyor; gàzi savaştan dönünceye kadar veya ölünceye kadar… Bir de biz burada, kardeşlerimizin sayıca çok oldukları yerlerde, onların güzel ibadet edebilmesi için, mescid sahibi olsunlar diye gayret sarf ediyoruz. Başka ülkelerde de gayret ediyoruz. Amerika’da, Avrupa’da nâçizâne, âcizâne çalışmalar yapılıyor. Bir müslüman, Allah nasib eder de, içinde Allah’ın adının anıldığı bir mescid bina ederse; o zaman Cenâb-ı Hak da ona cennette bir ev, bir köşk, bir saray ihsân edeceği için, hepimizin 492 amaçlarından bir tanesi de, “Allah rızası için ben kendim müstakilen bir mescid bina edeyim!” diye mescid yapmak olmalı diye düşünüyorum. Hani insanın arzusu nedir?.. İşte: “—İnşâallah kazancımdan artan paramı biriktirebilirsem, kısa zamanda kiradan kurtulayım, bir ev sahibi olayım!”
Veyahut; “—Böyle umûmî vasıtalarla işe gelmek gitmek, veya çoluk çocuğu bir yere getirmek, götürmek zor oluyor. Bir arabam olsa, Allah nasib etse ne iyi olur.” filân diye, araba almağa çalışır insan… İşte bir amacı da ne olmalı müslümanın: “—El-hamdü lillâh benim imkânım müsait, elim geniş. İnşâallah ben de Allah rızası için nerede ihtiyaç varsa, bir güzel mescid bina edeyim!” diye hatırında olmalı, niyetinde bulunmalı!.. Burada Grifit diye bir kasaba var. Orada çok müslüman Türk kardeşlerimiz var diye duymuştum. Biz Dubbo’da cami açınca, dediler ki: “—Grifit’te daha çok müslüman var, iki yüz aile var.” filân dediler. Biz o kasabaya gittik. Oradaki dernek başkanı: “—İki yüz yok… Bu rakam iniyor çıkıyor, dışarıdan çalışmaya gelenlerle yükseliyor, mevsimi geçtiği zaman azalıyor ama, yetmiş-seksen hane var!” dedi. Bir yer kiralamışlar. Bir ara bir yerleri yokmuş, çadırda filân ibadetlerini yapmışlar ama, şimdi bir daire kiralamışlar, namazlarını orada kılıyorlarmış. Orada bir cami yapılsın filân diye de bir çalışma oldu. Dua ederseniz, inşâallah nice camiler açmak nasîb olsun… Dünyanın muhtelif yerlerinde İslâm’ın öğretilmesi, yayılması, müslümanların da ibadetlerini yapması için böyle gayretler gösterelim!..
Benim babamın küçükken okuduğu bir medrese vardı Çanakkale’de… “Oraya gidelim, görelim! Babamız okumuş, nasıl bir yermiş?” diye ziyarete gittik. Mübarek, rahmetullàhi aleyh, Çırpılarlı Ali Hoca Efendi diye… Sonradan Bayramiç müftüsü de olmuş. Bayramiç’te mezarlıkta kabri var, ziyaret ettik. O 493 İstanbul’da bizim Gümüşhànevî Dergâhı’nda yetiştikten sonra Çanakkale’ye dönmüş. Orada, köyünde güzel bir cami yapmış; gördük camiyi. Etrafına da 20-30 odalı bir medrese yapmış. Aynı şekilde yine bizim Gümüşhàneli Dergâhı’na bağlı Muhammed Zâhid-i Kevserî Hazretleri var. Onun da Mısır’da, Malezya’da, dünyanın her yerinde talebeleri var, geçtiğimiz devrenin, neslin büyüklerinden, tanınmış büyük bir alim. Onun da Düzce’de köyüne ziyarete gitmiştik. O da bir cami yapmış, etrafına medrese yapmış. Demek ki, o zamanki büyüklerimiz, “Gittiğiniz yerde hem ibadet için bir yer yapın, hem de ilim irfanın yayılması için bir yer yapın!” demiş olmalı.
Misallerden anlaşılıyor ki, böyle demişler. Onlar da gittikleri yerde, köylerinde bir cami yapmışlar, bir de medrese yapmışlar. Halkı irşad etmişler, güzel ahlâkı öğretmişler, ilim irfan öğretmişler… Ne kadar güzel hizmetler yapmışlar. Allah bize de hem böyle ibadet için bir yer, hem de İslâm’ın öğretilmesi için bir yer yapmayı nasîb eylesin diye temennî ediyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri kolaylaştırsın, nasîb eylesin…
Kaynak :Hazineden Pırıltılar / derleyen / Dr. Metin Erkaya