Site icon Yozgat Ses Haber

Şiirin Dilinden

Şiirin Dilinden köşemizde her hafta bir şairimizin şiirini sizlerle paylaşacağız.

Bu haftaki ”Şiirin Dilinden” köşemizin konuğu Ahmet Arif…

Ahmet Arif Hayatı

”Şair (D. 21 Nisan 1927, Diyarbakır – Ö. 2 Haziran 1991, Ankara). Asıl adı Ahmet Önal’dır. Annesi Erbilli Sâre Hanım’ı çok küçük yaşlardayken (1929) yitirdi. Babası, Kerküklü Arif Hikmet, Diyarbakır Nüfus Müdürlüğünde çalışıyordu. Onun Siverek’e atanmasıyla, Diyarbakır’dan ayrıldılar. Diyarbakır’da yalnızca anaokuluna gidebilmişti. Okumayı burada öğrendi. Siverek İlkokuluna kaydolduğunda, okumayı biliyordu. İlkokulu Siverek’te bitirdikten sonra, ortaokula Diyarbakır’da başlasa da Urfa’da tamamladı. Yatılı olarak okuduğu Afyon Lisesini 1945’te bitirdi. 

Askerliğini yaptıktan sonra, 1947 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümüne kaydoldu. 1948’de, Merkez Bankası’nda memuriyete başladı.(kaynak:biyografya.com)

2 Haziran 1991 sabahı bir kalp yetmezliği sonucunda Ankara’da yaşama veda etti. Cenazesi ertesi gün Maltepe Camisi’nden kaldırılarak Cebeci Mezarlığında toprağa verildi.

Ahmed Arif şiir yazmaya ortaokul yıllarında başladı. Afyon Lisesindeyken edebiyata ilgisi iyice arttı. İlk şiirleri 1942 yılında Afyon Halkevi yayın organı Taşpınar dergisi ile Millet dergisinde yayımlandı. Lise yıllarındaki şiirleri bir yana, onun özgün şiirsel yapısını yansıtan şiirleri 1948’de yayımlatmaya başladı. Attilâ İlhan’ın düzenlediği ve Varlık dergisinin yayımladığı Şiirler-1948 adlı antolojide yer alan Rüstemo başlıklı şiiri ilk şiiri olarak kabul edilir. Aynı yıl, Bir Akşamüstü adlı şiiri de, tek sayı çıkan Meydan dergisinde yayımlanmıştı. Sonraki yıllarda İnkılapçı Gençlik, Yeryüzü, Seçilmiş Hikâyeler, Soyut, Militan, Yeni Ufuklar, Türk Solu, Kaynak, Papirüs vb. dergilerde şiirleri çıktı. Daha kitabı çıkmadan şiirleri elden ele dolaşmaya başladı. 1950’li yılların sonları ile 1960’lı yılların başlarında, Fikret Otyam’ın röportajlarına şiirlerinden parçalar almasıyla, ünü yaygınlaştı. 

İlk şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim, 1968 yılının Kasım ayında yayımlandı. Kitabın Bilgi Yayınevince yapılan bu ilk basımından sonra, çoğu Cem Yayınevince olmak üzere, altmıştan fazla yeni basımı yapılarak, Türkiye’de en çok basılan ve okunan birkaç kitaptan biri oldu. Ahmed Arif’in, Anadolu ve özellikle de Güneydoğu insanının acılarını tok bir ses, lirik ve duygulu bir anlatımla yansıtan şiirleri kendisine haklı bir ün kazandırdı. Ahmed Arif ikinci şiir kitabını “Kalbim Dinamit Kuyusu” adıyla yayımlayacağını duyurmasına karşın, bu ad, Refik Durbaş’ın kendisiyle yaptığı uzun söyleşiden oluşan kitaba konuldu. İkinci kitabı ise, şiirleri ölümünden sonra oğlu tarafından derlenerek Yurdum Benim Şahdamarım (2003) adıyla basıldı.

Ahmed Arif’in şiirinin altörgesinde, Divan şiiri ile Halk şiiri geleneklerini görmenin olanaklı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Önce Nâzım Hikmet’i, sonra Niyazi Akıncıoğlu ve Enver Gökçe gibi şairleri besleyen bu kaynaklar, Ahmed Arif şiirinin de, özellikle söylem biçimi olarak, beslendiği gözelerdir. Ahmed Arif’in çok sevilerek yaygın üne kavuşan bir şair olmasının temelinde, Anadolu insanının kulağına yabancı gelmeyen bu sesi yakalayarak kendinin kılma becerisi yatar.”(kaynak:biyografya.com)

Yalnız Değiliz

”Bir ufka vardık ki artık

   Yalnız değiliz sevgilim.

   Gerçi gece uzun,

   Gece karanlık

   Ama bütün korkulardan uzak.

   Bir sevdadır böylesine yaşamak,

   Tek başına

   Ölüme bir soluk kala,

   Tek başına

   Zindanda yatarken bile,

   Asla yalnız kalmamak.

   Şafakları ben balığa çıkarım

   Akan akmayan sularda

   Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden        

   Bir bahar akşamı dünyada.

   Ben dört duvar arasında değilim

   Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,

   Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.

   Zehirli kör yılanları

   Ve sıtmasıyla

   Gün yirmidört saat insan avında

   Karacadağda çeltikler.

   Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi

   –  Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,

   Sol omzunda nazarlık,

   Dağ başında unutulmuş üşümüş,

   Minicik bir aşiret kızının  –

   Damla-damla, berrak olur pirinci.

   Kamyonlarla, katır kervanlarıyla

   Beyler sofrasına gider…

   Çukurovam,

   Kundağımız, kefen bezimiz

   Kanı esmer, yüzü ak.

   Sıcağında sabır taşları çatlar,

   Çatlamaz ırgadın yüreği.

   Dilerse buluttan ak,

   Köpükten yumuşak verir pamuğu.

   Külhan, kavgacıdır delikanlısı,

   Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun

   En çok Çukurovalılar mahpustur,

   Dostuna yarasını gösterir gibi,

   Bir salkım söğüde su verir gibi,

   Öyle içten

   Öyle derin,

   Türkü söylemek, küfretmek,

   Çukurova yiğidine mahsustur…

   Tütünü bilir misin?

   “Kız saçı” demiş zeybekler,

   Su içmez her damardan,

   Yerini kolay beğenmez,

   Üşür

   Naz eder,

   Darılır

   İki parmak arasında kıyılmış,

   Bir parçası var kalbimin

   İncecik, ak kağıtlara sarılır,

   Dar vakit yanar da verir kendini.

   Dostun susan dudağına…

   Sokaklardan,

   Kıyılardan,

   Gök mavisinden,

   Ekmeğinden,

   Canevinden ayrı düşmeye

   Yani bütün hasretlerin kahrına

   Ve zehrine çaresiz kalmaların, 

   İlk nefesi Hızır gibi yetişir

   Cibalide sarılan cıgaranın…

   Tütün isçileri yoksul,

   Tütün işçileri yorgun,

   Ama yiğit

   Pırıl – pırıl namuslu.

   Namı gitmiş deryaların ardına

   Vatanımın bir umudu…”

Kaynak:şiir.gen.tr

Exit mobile version